1. BÖLÜM — «Uçmak için pek de uygun olmayan bir gün.»
Montreal. Pierre Elliott Trudeau Havaalanı. 23 Temmuz 1983
Yüzbaşı Robert McCull sabahlardan nefret ediyordu.
Özellikle sabah 5:48’de bir telefonla uyandığınızda.
Alarm zilleri hiçbir zaman iyi haberler getirmez.
Karanlık odanın karşı tarafına uzandı ve el yordamıyla ahizeyi aradı.
«Rob, konuşmamız lazım.»
Avukatının sesi.
«Beni sabah altıdan önce ararsan ya bir milyon kazandım ya da mahvoldum demektir.»
«Eh… ikinci seçeneğe daha yakınsın.»
McCull yavaşça nefes verdi.
— TAMAM. Ne kadar derin?
«Linda emekli maaşının yarısını istiyor.»
«Henüz emekli maaşım bile yok!»
«Ama o bunun geçici olduğunu düşünüyor.»
— Ona yaşama arzusunun geçici olduğunu düşündüğümü söyle.
«Soymak…»
— Tamam, tamam, bunu başkalarına aktarma.
«Ah evet, bir şey daha var. Bugün 143 numaralı uçuşta pilotluk yapıyorsunuz.»
— Ne?! Bugün benim izin günüm!
«Yüzbaşı Harris gribe yakalandı.»
McCull tekrar yastığına gömüldü.
— İnanılmaz.
«Kızgın mısın?»
— Hayır, kesinlikle çok mutluyum. Concorde’la 1945’e uçup savaşın sonunu bizzat görmeye ne dersiniz?
«Soymak…»
— İşte bu, hoşçakal.
Tıklamak.
Tavana bakarak yatıyordu.
Müthiş.
Sadece cehennem gibi bir gün.
07:30. Montreal. Havalimanı
Rob McCull uçağına baktı.
Boeing-767.
Modern, elektronikle dolu, türünün ilk örneği.
Ve ona göre çok kaprisli.
— Soymak! Günaydın!
Arkasını döndü.
Don Pearson, birinci subay.
35 yaşında, mükemmel saçları, ütülü üniforması, neşeli görünümü.
McCull zaten onu sevmeyeceğinden şüpheleniyordu.
— Tür? — diye mırıldandı. — Bugün uyudun mu?
— Kesinlikle. Senden ne haber?
— Yaklaşık on beş dakika. Çoğunlukla bir avukatın önünde.
Pearson şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı.
— TAMAM. Biraz kahve ister misin?
— Zaten dördüncüyüm.
McCull uçuş verilerinin bulunduğu tableti ondan aldı.
Uçuş 143. Montreal-Edmonton.
132 yolcu.
Planlanan yolculuk süresi: 4 saat 15 dakika.
— Yakıtı kontrol ettiniz mi?
— Evet, her şey normal.
— Peki kaç tane var?
— 22.300 kilogram.
— Kilogram mı dedin?
— Evet, metrik sistemimiz var.
McCull kıkırdadı.
— TAMAM. Eğer eminsen.
Emin değildi.
08:31. ÇIKARMAK
Uçak yavaşça piste doğru ilerledi.
Kabin yolcularla doluydu.
Birinci sınıftayken işadamı Lucas Martinez, mini bir şişe şarap açtı ve karısına bir mesaj gönderdi:
«Edmonton’a uçuyorum. Anlaşma gerçekleşirse göl kenarında bir ev alacağız.»
Ekonomi sınıfında Gwen Downey kocası Michael ile tartışıyordu.
— Sana pencere kenarında otur demiştim!
«Rahat olanı al demiştin!»
— Pencereyi kastetmiştim!
— Ne istediğini hiç bilmiyorsun!
— Ama şimdi bu uçağın Montreal’e dönmesini istiyorum ve boşanma davası açıyorum!
Bu sırada uçuş görevlileri emniyet kemerlerini kontrol ediyordu.
Sarah Wilson derin bir nefes aldı.
— Keşke sorun olmasaydı.
Henüz iki saat içinde bu uçuşun bir efsaneye dönüşeceğini bilmiyordu.
08:35. Çıkarmak
C-GAUN kurulu pist boyunca koşturdu.
McCull dümeni tutuyordu.
— Hız?
— 130 deniz mili.
— 150.
— 170.
— Kaçmak!
Boeing yerden havalandı ve tırmanmaya başladı.
McCull her zamanki gibi iniş takımlarını geri çekti ve rahatladı.
— Şu ana kadar her şey yolunda.
Pearson başını salladı.
— Uçuş için güzel bir gün.
— Bunu bilerek mi söyledin?
— Peki ne?
— Çünkü Don, ne zaman birisi bir filmde bunu söylese, on dakika içinde her şey cehenneme döner.
Güldüler.
Ve bir buçuk saat içinde ikisi de pişman olacak.
2. BÖLÜM — «HENÜZ BİLMEDİĞİMİZ SORUN»
09:10 — Air Canada’nın 143 numaralı uçuşu. Kokpit
BIP.
BİP-BİP.
BİP-BİP-BİP.
Panelde fırtınadan önceki ilk yağmur damlası gibi sarı bir ışık parladı.
Pearson kaşlarını çattı, gözlerini kıstı ve tekrar baktı.
— Soymak…
— Anlıyorum.
Henüz panik ya da korku yoktu.
Henüz tehlikeli görünmeyen rakamlara yalnızca iki çift göz bakıyordu.
Pearson sakin bir şekilde konuşmaya çalışarak, «Sol yakıt pompasındaki basınç düşüyor» dedi.
McCull kahvesinden tembel bir yudum aldı.
— Belki sensör çalışıyordur? Bu Boeing bir bilgisayar gibidir; sürekli arıza verir.
— Belki. Ama eğer bu bir sensör değilse…
BIP
BIP
Başka bir gösterge kırmızıya döndü.
McCull gözlerini kırpıştırdı.
— TAMAM. Bu zaten daha ilginç.
Panele uzandı, birkaç açma/kapama düğmesini değiştirdi ama ışık sönmedi.
BİP-BİP-BİP
Pearson dudaklarını yaladı.
— Rob… bu bir aksaklık değil.
McCull elleriyle yüzünü ovuşturdu.
— TAMAM. Peki ne olacak?
BİP-BİP-BİP-BİP-BİP
Ve sonra başka bir gösterge yandı.
Ve sonra bir tane daha.
Ve sonra üç tane daha.
Boeing’leri kendisine bir SOS sinyali göndermeye başladı.
09:12 — Winnipeg. Hava trafik kontrol merkezi.
Jane Henderson kahvesini yudumladı ve kayıtsızca radara baktı.
Air Canada’nın 143 sefer sayılı uçuşu.
Her şey normal.
Kulaklıktan bir ses geldi.
— Merkez, burası 143'üncü, yakıt sensörlerinin çalışmasının onayını istiyoruz.
Jane kaşlarını çattı.
— 143., sorun mu yaşıyorsunuz?
— Henüz emin değiliz. Hadi kontrol edelim.
— Kabul edildi. Bağlantıda kalın.
Jane kahveyi bir kenara koydu ve şimdi dikkatle işarete odaklandı.
Henüz kendisine bu uçağın 20 dakika içinde planör olmadan süzülmeyi deneyen ilk uçak olacağı söylenmemişti.
09:14 — Yolcu kabini
Gwen Downey kocasıyla evlenmeyi kabul etti.
— Sana uçaklardan nefret ettiğimi söylemiş miydim?
— Bunu her 10 dakikada bir söylüyorsun.
— İşte bu!
BİP-BİP
Dondu.
— Neydi o?
— Muhtemelen bir sistem kontrolü.
Ancak arkadan zaten endişe verici sesler duyuluyordu.
Çocuklar ağlamaya başladı.
Takım elbiseli biri endişeyle pencereden dışarı baktı.
Uçuş görevlisi Sarah Wilson koridorda gülümseyerek yürüdü ama içinde bir şeyler gerildi.
Bir sorun var.
09:15 — Kokpit
BIP
BİP-BİP
BİP-BİP-BİP-BİP-BİP
Pearson panik içinde sayıları kontrol etti.
— Rob, yakıtımız OLMALIDIR.
— Kuyu…
— OLMALIDIR!
— Evet Don, biliyorum.
Duraklat.
— Ama orada değil.
BİP-BİP-BİP-BİP-BİP-BİP-BİP
McCull ellerini yavaşça panelin üzerine koydu.
— Merkezi tankları kontrol edin.
Pearson düğmeye bastı.
Sessizlik.
Sıfır.
Mutlak sıfır.
Ve sonra sol motor söndü.
BİP-BİP-BİP-BİP-BİP!!!
McCull dümeni yakaladı.
— Saçmalık.
Ve sonra sağdaki kapandı.
Ve havacılıktaki en korkunç sessizlik geldi.
09:16 — Winnipeg. Havacılık merkezi
Jane başını kaldırdı.
143.
İrtifa hızla düşmeye başladı.
— Merkez, burası 143.!
McCalla’nın sesi gergindi ama paniğe kapılmış değildi.
— Her iki motoru da kaybettik. Tekrar ediyorum, O-VA motorumuz arızalandı.
Sessizlik.
Jane mikrofonu aldı.
— 143., neyin var?!
— İkisi birden. Motor.
— Bu nasıl mümkün olabilir?
— Kötü haber: Yakıtımız yok.
Duraklat.
— İyi mi?
— Kuyu…
«Artık dünyanın en büyük planörüyüz.»
Jane başını tuttu.
— Annen.
3. BÖLÜM — «BÜYÜK PLANÖR»
09:16 — Air Canada’nın 143 numaralı uçuşu. Kokpit
Sessizlik.
Motorların gürültüsü yoktu.
Her zamanki türbin gürültüsü yoktu.
Sadece sessizlik vardı.
McCull dümeni dikkatlice hareket ettirdi.
Uçak hâlâ itaat ediyordu.
Şimdilik.
Pearson enstrümanlara bakarak sandalyesinde donup kaldı.
— Soymak…
— Biliyorum.
— Biz…
— Evet Don. Biz kocaman bir planörüz.
Sessizlik.
McCull derin bir nefes aldı.
— TAMAM. Henüz ölmedik. En yakın havaalanı nerede?
Pearson tableti kontrol etti.
— Winnipeg.
McCull matematiği kafasında yaptı.
— Uzak. Başaramayacağız.
— Ancak…
— Daha yakın bir şeye ihtiyacımız var.
Pearson sevk memurlarını aradı.
«Merkez, burası 143. Her iki motor da kapandı. Tekrar ediyorum: çekiş gücü tamamen kaybedildi.»
«Anladım, 143. En yakın havaalanını bulmak…»
«Hız?»
«Saatte 320 kilometre ve düşüyor.»
«Yükseklik?»
«11.800 metre.»
«Tanrı.»
Pearson McCullough’a baktı.
— Motorsuz da inebilir miyiz?
McCull gözlerini kırpıştırdı.
— Ne düşündüğümü bilmek istemezsin.
09:17 — Yolcu kabini
BİP-BİP-BİP
«Sevgili yolcular… bu sizin kaptanınız. Ufak bir teknik sorun yaşıyoruz.»
«Fakat mürettebat durumun kontrolü altında.»
Gwen Downey kol dayanaklarını tuttu.
— Michael… Bundan hoşlanmadım.
«Tatlım, sadece… sakin ol.»
— Uçağın artık korna çalmadığını gördün mü?
Michael içini çekti.
— Belki yeni teknolojileri vardır?
— Yeni?! GÖKYÜZÜNDE MI?! MOTORLAR OLMADAN MI?
Arkasında gözlüklü bir adam ayağa kalkıp kabine bakmaya çalıştı.
Çocuk ağlamaya başladı.
Sarah Wilson koridorun aşağısına baktı.
5 yıl boyunca uçuş görevlisi olarak çalıştı.
Uçakların bu şekilde çalışmadığını biliyordu.
Ve şimdi elleri titriyordu.
09:18 — Winnipeg. Hava trafik kontrol merkezi.
«143., neyin var?!»
«Motorsuzuz, merkez.»
«İkisi birden?»
«EVET!»
Jane Henderson mikrofonu aldı.
«143., irtibatta kalın. Acil durum koordinatlarını istiyoruz!»
«Bekliyoruz.»
«Yükseklik?»
«11.500 metre ve düşüyor.»
«Hız?»
«320… 315… 310…»
«Lanet olsun, çok hızlı düşüyorsun!»
Jane eliyle mikrofonu kapattı.
— Yakınlarda bir şey var mı?
Meslektaşı haritaya bakıyordu.
— Uygun bir şey yok…
— EN AZINDAN BİR ŞEY!
«Gimli.»
— Ne?!
— Eski askeri havaalanı.
Jane mikrofonu açtı.
«143., bir alternatifimiz var.»
«Konuşmak.»
«Gimli’deki eski askeri havaalanı.»
«Gimli?»
«Evet. Yaklaşık 80 kilometre batıda.»
«Don, ne düşünüyorsun?»
«Winnipeg’den daha yakın.»
«Tamam Jane, hadi Gimli’ye gidelim!»
«Kabul edildi.»
«Boeing için bile uygun mu?»
«Biz… emin değiliz.»
«İnanılmaz.»
«İyi şanlar.»
«Teşekkür ederim, işe yarayacak.»
09:19 — Gimli. Otodrom
Yarışlar tüm hızıyla sürüyordu.
Kalabalık kükredi.
Birisi bahis oynuyordu.
Birisi bira içiyordu.
Eski bir askeri pilot olan Jack Hansen, parkın önünde duruyordu.
— Lanet olsun, bu hız!
Yakınlarda yarış organizatörü Ted Larson gülümsedi.
— Bugün harika bir gün!
20 dakika içinde günlerinin efsaneye dönüşeceğini bilmiyorlardı.
09:20 — Air Canada’nın 143 sefer sayılı uçuşu. Kokpit.
McCull uçağın irtifa kaybettiğini hissetti.
— Don, düşüşü yavaşlatmanın en azından bir yolu var mı?
— Flaplar, asansör, iniş açısı… yapabileceğin her şey.
— Ama hâlâ aşağı mı uçuyoruz?
— Ona.
— İnanılmaz.
«Yolcuların dikkatine… emniyet kemerlerinizi bağlayın.»
«İnmeye başlıyoruz.»
«Lütfen sakin olun.»
«Mürettebat acil durumlara karşı eğitiliyor.»
«İlginiz için teşekkür ederiz.»
Pearson bakışlarını kaptana çevirdi.
«Rob… eğer orada hâlâ şerit yoksa ne yapmalıyız?»
McCull kıkırdadı.
— Doğaçlama yap.
4. BÖLÜM — «SENİ GEÇİYORUZ»
09:20 — Air Canada’nın 143 sefer sayılı uçuşu. Yolcu salonu
«Yolcuların dikkatine… emniyet kemerlerinizi bağlayın.»
«İnmeye başlıyoruz.»
«Lütfen sakin olun.»
Yolcular birbirlerine baktılar.
Lucas Martinez dizüstü bilgisayarını dikkatle kapattı.
Gwen Downey kol dayanaklarını tuttu.
Çocuklar ağlamaya başladı.
«Mürettebat acil durumlara karşı eğitiliyor.»
Kabinde birkaç saniye çınlayan bir sessizlik hüküm sürdü.
Ve sonra ilki çıktı: «NE?!»
— «Acil durum» derken nasıl kastediyorsun?
— Neden aşağı iniyoruz?
— Neden uçağın sesi duyulmuyor?!
BIP.
BİP-BİP.
BİP-BİP-BİP.
Sarah Wilson sırtından aşağı soğuk terler aktığını hissetti.
Bu uçak olması gerektiği gibi davranmadı.
Uçak gibi uçmuyordu.
Devasa bir metal hayalet gibi sessizce süzüldü.
Bu sıradan bir türbülans değildi.
Bu normal bir düşüş değildi.
Sarah şunu fark etti: düşüyorlardı.
09:21 — Gimli. Otodrom
Pistte liderlik mücadelesi yaşandı.
18 numaralı sürücü 07’nci sürücüyü geçmeye çalışıyordu.
Kalabalık kükredi.
«Ne manevra! Bayanlar ve baylar, kim birinci olacak?!»
Eski bir askeri pilot olan Jack Hansen boş boş bira içiyordu.
— Ne diyorsun Ted?
Yarış organizatörü Ted Larson sırıttı.
— Sanırım 07 devralacak.
Jack gökyüzüne baktı.
Ve dondu.
Otoyolun yukarısında bir şey hareket ediyordu.
BÜYÜK
BEYAZ
HIZLA AZALIYOR
Gözlerini kırpıştırdı, gözlerini kıstı…
...ve birayı düşürdüm.
— Annen.
09:22 — Air Canada’nın 143 numaralı uçuşu. Kokpit
McCull aşağıya baktı.
Orada bir tarla vardı.
Orada ağaçlar vardı.
Orada beton şerit gibi bir şey vardı.
— Bu Gimli mi?
Pearson gerildi.
— Evet. Sadece…
McCull BUNU fark etti.
— Orada bir şeyler hareket ediyor.
Pearson’un gözleri büyüdü.
— BİR ŞEY?!
McCull interkom düğmesini çevirdi.
«Yolcular emniyet kemerlerinizi bağlayın.»
«İnmeye yaklaşıyoruz.»
«Ve acıtabilir.»
Pearson arkasını döndü.
— Rob, bundan emin misin…
McCull sustu.
Çünkü bir yarış pisti gördü.
Çünkü arabaları gördü.
Çünkü insanları gördü.
— Giymek.
— Evet?
«Başımızın tamamen belada olduğunu yeni fark ettim.»
09:23 — Gimli. Otodrom
Kalabalık başlarını kaldırmaya başladı.
— Bu nedir?
— Helikopter mi?
— Hayır… Yuhalamak mı?!
«Beyler, otoyolda…»
«Otoyolda lanet bir uçakta!»
Ted Larson mikrofonu düşürdü.
«DİKKAT HERKES TUHAFTIR!»
«YARIŞ TOPLANTISI! TEKRAR EDİYORUM: YARIŞLAR SON!»
Sürücüler paniğe kapılmaya başladı.
Arabalar yanlara doğru ilerledi.
Bazıları bariyerlere çarptı.
Birisi çığlık atarak arabadan atladı.
«SİKTİR, TRENDEN İN!»
«BU NEDİR, SUSTURUCULAR?!»
«BU GERÇEK!»
Jack Hansen sonunda aklı başına geldi.
— BOEING'İ İNDİRİYORLAR
Ted yavaşça ona döndü.
— NE?!
Jack derin bir nefes aldı.
— BU BİR YARIŞ ARABASI DEĞİLDİR.
— GERÇEKTEN Mİ?!
— ONLAR. EKİLİ. BOEING.
Birbirlerine baktılar.
— Ne yapmalıyız?
Jack kıkırdadı.
— Dua etmek.
09:24 — Air Canada’nın 143 sefer sayılı uçuşu. Kokpit
«Yolcular kemerlerinizi bağlayın.»
«İnemek üzereyiz.»
«Ve eğer biri nasıl dua edileceğini biliyorsa, şimdi tam zamanıdır.»
McCull dudaklarını yaladı.
— Hazır?
Pearson başını salladı.
«Ölmek istemediğimi yeni fark ettim.»
McCull direksiyonu kavradı.
— Ben de.
«Ama şimdilik hayattayız.»
«O halde hadi imkansızı yapalım.»
5. BÖLÜM — «YOLDA ÇIKMAK»
09:24 — Air Canada’nın 143 sefer sayılı uçuşu. Kokpit
Uçak çok hızlı uçuyordu.
McCull ayaklarını yere koyup direksiyonu tuttu.
Önlerinde bir parkur vardı.
«Don, hız?»
«315… 310… 305…»
«Kahretsin, hâlâ çok hızlı!»
«Ne yapıyoruz?!»
«Elimizden geldiğince sert fren yapıyoruz!»
«Nasıl yani?!»
«Bu aşamada dualarla.»
McCull kontrolü ele aldı ve yavaşlamak için burnu yukarı kaldırdı.
Boeing kasırga rüzgarındaki kağıttan bir uçak gibi sallanmaya başladı.
Aşağıda insanlar otoyoldan kaçmaya başladı.
Yarışçılar gaza bastı ama kazanmak için değil, hayatta kalmak için.
«HERKES ŞERİTTEN ÇIKSIN!!!»
McCull dinlemedi.
Beyni saf içgüdü modunda çalışıyordu.
«Hazır?»
«HAYIR!»
«Geç!»
09:24 — Gimli. Otodrom. Kalabalık inanamayarak baktı
«ONU YERLEŞTİRİYOR!»
Araçlar panik içinde otoyolun dışına çıktı.
Biri çitlere çarptı.
Diğeri ayağa kalktı ve sürücü dışarı atladı.
«BU İMKANSIZ!»
«İNİYOR!»
«KENDİNİ KURTARAN KENDİNİ KURTARSIN!»
İtfaiye araçları sirenlerini çaldı.
İnsanlar bağırıyorlardı.
VE…
TOPRAK!
09:24 — Air Canada’nın 143 sefer sayılı uçuşu. Yolcu salonu
«Devam etmek!!!»
Gwen Downey kocasını neredeyse boğulana kadar sıktı.
Lucas Martinez, Tanrı’ya inanmamasına rağmen dua etti.
Çocuklar çığlık atıyorlardı.
Sarah Wilson bir sandalyeye tutundu.
«Lanet!!!»
PAT!
SÜRGÜ
BİLEME
09:24 — Gimli. Rota
«İNDİ!!!»
«HAYIR, KAYIYOR!»
«UÇAKTA KİM BAHİS OYNADI?! O KAZANDI!»
Boeing 767 pistte çılgın bir yarış arabası gibi yarışıyordu.
«TEKERLEKLER, KAHRAMAN!»
«Şasi PATLADI!»
«BU PIZ…»
PAT!
Ön direk çöktü!
Uçak burun üstü asfalta çarptı.
KIVILCIMLAR.
DUMAN.
İNSANLAR PANİKTE.
09:24 — Air Canada’nın 143 sefer sayılı uçuşu. Kokpit
«TUTU ONU! TUTUN, SİKTİR!»
«EVET DENİYORUM!»
BİLEME.
BAH-BAH-BAH!
UÇAK OTOYOLDA SÜRÜNEREK SÜRÜNÜYOR!
İNSANLAR FARKLI YÖNLERE KOŞUYOR!
ARABALAR BARİYERLERE UÇUYOR!
ÇİMLER KIVILCIMLARLA PARLADI!
VE…
DURMAK.
09:25 — Gimli. Otodrom
Sessizlik.
Tam, ölüm sessizliği.
Boeing buna değer.
Sigara içiyor.
Ama bir gol.
«Biz… hayatta mıyız?»
«CANLI!!!»
Kalabalık çığlık atıyor.
İnsanlar kafalarını tutuyorlar.
Birisi ağlıyor.
Birisi gülüyor.
Bazı insanlar yere düşer.
«BU NE OLMUŞTU?!»
«TANRIM!»
«O YAPTI!»
«KAPTAN!»
09:25 — Air Canada’nın 143 sefer sayılı uçuşu. Kokpit
«Yaşıyor muyuz?»
«Sanırım öyle.»
«Giymek.»
«Ne?»
«Az önce bir 767’yi yakıtsız indirdim.»
«Evet.»
«Yarış pistine.»
«Evet.»
«Yarışçılar arasında.»
«Evet.»
«Motor yok.»
«EVET!»
«Evet, berbat bir gün geçirdim.»
6. BÖLÜM — «Otoyoluma BOEING'İ KİM PARK ETTİ?!»
09:26 — Gimli. Otodrom
Sessizlik.
Ölümcül, korkutucu bir sessizlik.
Boeing 767 karayolu üzerinde.
Duman çıkarıyor ama yanmıyor.
Tüm.
«Yaşıyor muyuz?!»
«BU NASIL MÜMKÜN?!»
«BUNU O mu YAPTTI?!»
Kalabalık şok, korku ve mutlak mutluluk arasında bölünmüş durumda.
Biniciler ağızları açık dururlar.
Çitler buruşmuş.
Çimler şasi kıvılcımlarından yanıyor.
Birisi yere oturup gözlerini kırpıştırıyor.
Jack Hansen şapkasını çıkardı ve yavaşça alnını sildi.
— Bu… Bu berbat bir şey.
Yarış organizatörü Ted Larson hâlâ nefes almıyordu.
Sonra çığlık attı.
«BOEING'İ OTOYOLUMA KİM PARK ETTİ?!»
09:26 — Air Canada’nın 143 numaralı uçuşu. Kokpit
«Giymek.»
«Ne?»
«Yaşıyoruz.»
«Evet.»
«Ve yolcular da.»
«Evet.»
«Ve bir uçak hedefi.»
«Evet.»
«Peki neden hâlâ ağlamak istiyorum?»
McCull nefes verdi ve ellerini yavaşça direksiyondan çekti.
Gerginlikten bedeni ağrıyordu.
Kafamın içinde sanki biri kafatasımın içinde jet motorunu çalıştırmış gibi bir ses vardı.
«Yaptık mı?»
«Şey… sanırım öyle.»
«İnanmıyorum.»
«Yere dokun.»
«Hah… Haha…»
«Soymak? Gülüyor musun?
«EVET KAHRAMAN!»
«Ya gülerim ya da ağlamaya başlarım.»
«Ben gülmeyi seçiyorum.»
«Ben de.»
«Ne gündü.»
«Kaltak, evet.»
09:27 — Yolcu kabini
«BİZ HAYATTAYIZ!!!»
«TEŞEKKÜR EDERİM, RAB!»
«BİR DAHA ASLA UÇMAYACAĞIM!!!»
Lucas Martinez telefonunu çıkardı ve elleri titreyerek karısına sesli mesaj kaydetti.
«Tatlım, indim… alışılmadık bir şekilde. Daha sonra açıklayacağım.»
«BANA ALKOLÜ NEREDE VERECEKLER?»
Gwen Downey gözyaşlarına boğuldu.
«Michael… Yaşıyorsun! Seni seviyorum!»
«Ben de… HEY, NEDEN BEN?!»
«ÇÜNKÜ NEREDEYSE YANACAĞIZ! ARTIK BENİM İÇİN YAŞIYORSUN!»
«Daha önce kimin için yaşadım?!»
«ŞİMDİ ÖĞRENECEKSİNİZ!»
Sarah Wilson ağlıyordu.
5 yıl uçuş görevlisi olarak çalıştı.
Türbülansı, fırtına inişlerini, acil frenlemeyi gördü.
Ama ASLA böyle bir şey.
«Tanrım, oldu… Oldu…»
«Sadece bu uçaktan inmek istiyorum.»
09:28 — Gimli. Kalabalık şok oldu.
Ted Larson Boeing’e baktı ve elleri titreyerek radyoyu çıkardı.
«Eee…»
«Kontrolör Gimli mi?»
«EVET?»
«BUNU GÖRÜYOR MUSUNUZ?!»
«EVET.»
«BU KONUDA NE YAPMALIYIM?!»
"Ben...bilmiyorum.»
«BU BİR HAVALİMANI DEĞİL!»
«ŞİMDİ — BİR HAVALİMANI.»
«ŞOK OLDUM.»
«HEPİMİZ ŞOK OLDUK»
«HAVACILIK BÖLÜMÜNÜ ARAMAMIZ GEREKİYOR.»
«EVET! ARAMA! E’Yİ YARIŞIMIZA YERLEŞTİRDİĞİNİZİ SÖYLEYİNHERHANGİ BİR YAHA!»
«İNANMAYACAKLAR.»
«SABAH VİDEOYU GÖRÜNCE İNANACALAR.»
09:30 — Air Canada’nın 143 sefer sayılı uçuşu. Kabinden çıkın
«Peki, salona gidelim mi?»
«Zorunda kalacağız.»
«Bizi yiyecekler mi?»
«Ya seni öldürürler ya da sana sarılırlar.»
«Boktan bir piyango.»
«AÇILIYORUM.»
Salonun kapısı açıldı.
60 kişi aynı anda onlara döndü.
«Kaptan!!!»
«YAŞIYOR MUSUNUZ?!»
«BU NASIL MÜMKÜN?!»
«SANA SARILACAĞIM!»
«SENİ ÖLDÜRECEĞİM!»
«NASIL?!»
McCull öne çıktı
«BASİT.»
«BUNU KOLAY YAPMADIM»
«VE BEN İÇECEĞİM.»
7. BÖLÜM — «Bir MUCİZENİN EŞİNE İNİŞ»
09:31 — Gimli. Boeing 767 yarış pistinde duruyor
Robert McCull mürettebat komutanı koltuğuna oturdu ve sadece ileriye baktı. Hareket etmedi. Uçak artık hareket etmemesine, frenlerin sıkışmasına, ön dikme parçalanmasına, çarpmanın sonuçlarından kanatlar hafifçe titriyor olmasına rağmen parmakları hâlâ direksiyondaydı ama en önemlisi canlıydılar.
Derin bir nefes aldı ama hava bile bir şekilde yabancı görünüyordu, sanki oksijeni değil de gerçekliğin kendisini içine çekiyor, tadını yakalamaya çalışıyordu.
Sağındaki Pearson, sanki birdenbire onunla eski Yunanca konuşmaya başlamış gibi bir ifadeyle gösterge panosuna bakıyordu. Göğsü inip kalkıyordu, nefesini düzenlemeye çalıştı ama başaramadı; adrenalin hâlâ kanında kaynıyordu ve vücudunun ölümcül tehlike anının çoktan geride kaldığını fark etmesine izin vermiyordu.
«Biz… Bunu az önce mi yaptık?» — Pearson yavaşça dedi, sesi gökyüzünün yeşil ve çimlerin mavi olabileceğini ilk kez fark eden bir adamın sesine benziyordu.
McCull hemen yanıt vermedi. Gözlerini kırpıştırdı, ellerine baktı ve ancak o zaman nefesini verdi:
— Öyle görünüyor.
— Hayattayız, değil mi?
— Kimse «yanıyoruz» diye bağırmadığı sürece bu evet demektir.
Pearson gözlerini kapattı, sandalyesine yaslandı ve sanki şokun son kalıntılarını da üzerinden atmaya çalışıyormuş gibi elinden geldiğince sert bir şekilde nefes verdi.
— Bu şimdiye kadar yaptığım en inanılmaz şey.
McCull başını salladı, elini yüzünde gezdirdi ve yavaşça şöyle dedi:
— Artık işimden asla şikayet etmiyorum.
Ve sonra bir ses duydular.
09:32 — Yolcu kabini
İlk başta otuz saniyelik ölümcül bir şok yaşandı. Kimse hareket etmedi, kimse tek kelime etmedi, sanki yaşamla ölüm arasında bir belirsizlik içindeydiler ve ancak gerçek durumlarının farkındalığı yavaş yavaş bilinçlerine sızmaya başladığında, ilk ses duyuldu — arka sıralarda bir yerlerde boğuk bir çığlık. Sonra biri öksürdü, emniyet kemerleri hışırdadı, biri sarsıldı, sonra bir başkası, sonra bir başkası…
Ve nihayet…
«Yaşıyor muyuz?..» diye sordu ön sıradan biri tereddütle, sesi sanki gerçekten konuştuğundan ve hayal görmediğinden tam olarak emin değilmiş gibiydi.
«Canlı,» diye yanıtladı başka bir ses, artık daha sertti.
Ve sonra başladı.
Bir yerlerde bağırdılar. Acıdan değil, saf, kontrol edilemeyen stresten. Çığlık, kumaşı delip geçen bir bıçak gibi havayı parçaladı ve birdenbire gerilim barajı aşarak bir duygu şelalesi saçtı. Birisi gözyaşlarına boğuldu, biri histerik bir şekilde gülmeye başladı, biri korku dolu gözlerle kol dayama yerlerini tutarak öylece oturdu ve biri aniden şimdi içme zamanının geldiğine karar verdi.
Pencerenin yanında oturan Gwen Downey kocasının kolunu tuttu, böylece tırnakları neredeyse derisine battı ama kocası bunu hissetmedi bile.
«Ben… ben çarpışacağımızı düşünmüştüm…» diye fısıldadı, gözleri kocamandı, yaşlarla doluydu ama kederden değil, saf, kristal berraklığında şoktan.
«Ben de,» diye yanıtladı Michael sessizce ve on yıllık evliliğinde ilk kez bu kadını daha önce hiç fark etmediği bir şekilde sevdiğini fark etti.
Lucas Martinez birinci sınıftayken çılgınca karısının numarasını çevirdi ama elleri o kadar titriyordu ki üç kez kaçırdı.
«Lütfen… Hadi… Hadi…» diye fısıldadı sonunda doğru teması kurduğunda.
Uçağın arka kısımlarında bir yerde, üzerinde rock grubu logosu bulunan bir tişört giyen genç bir adam tavana baktı ve sessizce mırıldandı:
— Lanet olsun… Artık kadere inanıyorum.
Ve sonra kabinin kapısı açıldı.
09:34 — Gimli. Otodrom
Kalabalık sessizdi. Kimse kıpırdamadı. Kimse konuşmadı.
Herkes uçağa baktı.
Devasa, hareketsiz bir Boeing 767, bir şekilde, yakıtsız, itiş gücü olmadan, birdenbire yarışın ortasında yere indi, pist boyunca süzüldü, kıvılcımlar saçtı, neredeyse birkaç arabayı yıktı ve… ve şimdi sanki en sıradan park yeriymiş gibi orada öylece durdu.
Az önce megafonla bağıran yarış organizatörü Ted Larson, sanki beyni gerçeği algılamayı reddetmiş gibi olup bitenlere baktı.
— Bu… Bu ne… Az önce ne oldu?
Tamirci ve eski pilot Jack Hansen gözlerini kırpıştırdı.
— İniyordu.
— İniş mi? — Ted kükredi ve ellerini uçağa doğru salladı. — Bu bir iniş değildi! Öyleydi… öyleydi…
Kelimeleri bulamadığı için sustu.
Jack sessizce, «Bu bir mucizeydi,» dedi.
Ted ona döndü.
— NE KADAR BİR MUCİZEydi bu.
Ve ardından kalabalık patladı.
Çığlıklar, alkışlar, şok, küfür, kahkahalar — her şey tarif edilemez bir kaosa karıştı. İnsanlar sarılıyor, film çekiyor, uçağı işaret ediyor, birbirlerine bakıyor ve soruyorlardı: «Bunu gördün mü? Bu mümkün mü?
Ve tüm bu çılgınlığın ortasında, tarihteki en inanılmaz acil inişin ortasında, iki pilot uçağın dışında durup birbirlerine baktılar ve sonunda McCull içini çekti, yüzünü ovuşturdu ve şöyle dedi:
— Peki şimdi bunu yetkililere açıklamaya çalışalım.
Pearson güldü.
— Buna inanacaklarını mı sanıyorsun?
McCull kıkırdadı.
— Görseler bile hayır.
8. BÖLÜM — «GERÇEKTEN ÖTESİNE GEÇMEK»
09:35 — Air Canada’nın 143 numaralı uçuşu. Pilotlar kokpitten ayrılıyor
McCull dışarı çıkması gerektiğini biliyordu. Acele etmedi, nefes almaya çalıştı, nabzını sakinleştirmeye çalıştı ama gerçek basitti; o kapının arkasında her biri hayatının en korkutucu anını yaşamış altmış kişi onu bekliyordu.
Pearson’a baktı.
Sanki piste bulaşmış, sonra tekrar bir araya getirilmiş ve hemen başka bir uçuşa çıkmayı teklif etmiş gibi görünüyordu.
— Hazır? McCull sordu.
«Hayır,» Pearson sıktı ve başını salladı. «Ama eğer dışarı çıkmazsak, bizi oradan kendileri sürükleyecekler.»
— İyi tartışma.
McCull uzanıp kapı kolunu tuttu, derin bir nefes aldı ve hızla aşağı çekti.
Açıldı.
İlk gördüğü şey yolcuların gözleri oldu.
Uzatılmış. Gözyaşlarından kırmızı. Şok, korku ve inançsızlıkla dolu.
Ve sonra başladı.
— Kaptan! — ilk sıradan biri bağırdı. — Bu… bu…
— Bunu nasıl yaptın? — başka bir ses onun sözünü kesti.
— Kaza yapmalıydık!
— Sen… O… Muhteşemdi!
— Sana sarılmak istiyorum!
— Sana vurmak istiyorum!
— Her ikisini de yapmak mümkün mü?
McCull ellerini kaldırdı, avuçları yukarıda, kalabalığı sakinleştirmeye çalışıyordu ama kahretsin, az önce bir mucize yaşamış insanları nasıl sakinleştirirsiniz?
Sesini düz tutmaya çalışarak, «Bayanlar ve baylar,» diye başladı, «sorularınız varsa, söz veriyorum hepsini yanıtlayacağız.» Ama önce… hadi uçaktan inelim.
Kalabalık bir anlığına dondu.
Ve sonra arkalardan bir yerde yalnız bir ses duyuldu:
— Bugünün en iyi fikri bu!
09:38 — Gimli. Yolcular Boeing’den iniyor
Merdivenler çıkarıldı ve kapılar açıldı.
Pahalı bir takım elbise giymiş yaklaşık elli yaşlarında bir adam olan ilk yolcu, metal yüzeye adım attı, aşağıya indi ve donarak kendini sağlam bir zeminde buldu.
Gözlerini kapattı.
Dizlerinin üzerine çöktü.
Ve asfaltı öptüm.
Geri kalanı onun örneğini takip etti — bazıları yavaş yürüdü, bazıları koştu, bazıları ellerini gökyüzüne kaldırdı, bazıları neler olduğuna inanmadan öylece durdu.
Gwen Downey kocasının elini o kadar sıkı tuttu ki sanki bırakırsa buharlaşacağından korkuyordu.
«Yaşıyorsun.» diye fısıldadı.
«Evet.» Michael hâlâ şoktaydı.
«Seni seviyorum» dedi.
«Ben de» diye yanıtladı otomatik olarak.
Duraklat.
«Bunu daha önce hiç söylememiştin.» Kaşlarını çattı.
«Daha önce hiç felaket yaşamamıştım» diye mırıldandı.
Ve sonra ilk kahkaha duyuldu.
Gürültülü, samimi, histerik.
Arkasında ikinci bir tane daha var.
Üçüncü.
Bir dakika sonra onlarca insan aynı anda gülüyor ve ağlıyordu.
09:42 — Gimli. Pistte kalabalık
Ted Larson hâlâ yarış haftasonunun aniden bir uçak kazasına -ya da tam tersine, bir uçak kazasının önlenmesine- dönüştüğünü anlamaya çalışıyordu.
Şu anda uçağın yanında duran, etrafı yolcularla çevrili pilotlara baktı ve yavaşça başını salladı.
«Bu ikisi imkansızı başardı.»
Tamirci ve eski pilot Jack Hansen sırıttı.
«Onların dahi mi yoksa sadece deli mi olduğunu bilmiyorum.»
Ted, «Sanırım ikisi de» diye yanıtladı.
— Bunun gerçek olduğuna inanıyor musun?
— Bu sabah iki fincan kahve içtim, yani evet.
Jack başını salladı, bir an düşündü ve ekledi:
«Gerçi bundan sonra muhtemelen viski içmeye başlayacağım.»
09:45 — Winnipeg. Kontrol odası
Jane Henderson, 143 numaralı uçuşa ait işaretin artık sabit olduğu radar ekranına baktı ve sinirden gülmemeye çalıştı.
On yıl boyunca sevk memuru olarak çalıştı.
Binlerce uçuş gördü.
Motorsuz bir yarış pistine inen bir yolcu uçağını hiç duymamıştı.
Masasındaki telefon çalıyordu.
Yavaşça telefonu eline aldı.
— Hava trafik kontrol merkezi, dinliyorum.
Patronun sesi sessiz, donuk ve… tuhaftı.
— Jane, az önce bir Boeing 767’nin Gimli’ye indiğini öğrendim.
— Evet efendim.
— Yarış pistinde.
— Evet efendim.
— Motor yok.
— Doğru efendim.
Duraklat.
— Tatile gidiyorum.
Boynuzlar.
Jane telefonu kapattı.
Elleriyle yüzünü kapattı.
Ve histerik bir şekilde gülmeye başladı.
09:50 — Toronto’da. Air Canada ofisi
Bir çalışan, operasyon departmanı başkanının ofisine daldı.
— Sayın! Acil bir durum var!
— Gerçekten mi? Peki hangisi?
— Boeing-767…
— Onun nesi var?
— Gimli’ye oturdum.
— Nerede?
— Yarış pistinde.
Duraklat.
— Çıkış yapmak.
— Ancak…
«Defol git, bu bir şaka.»
— Hayır efendim.
— Tanrı.
Patron ayağa kalktı, telefonu aldı ve numarayı çevirdi.
— Bana UÇUŞ 143'ÜN KAPTANINI bulun!
Telefondaki ses Gimli’dendi.
— O yaşıyor.
— NE YAPTIN?!
— Tarihin en çılgın inişini yaptı.
Patron yavaşça sandalyesine çöktü.
— Bana bir şişe viski bul.
9. BÖLÜM — «Bir Efsanenin Başlangıcı»
09:50 — Gimli. Boeing 767 karayolu üzerinde
Rob McCull derin bir nefes aldı ve yol kenarında durup uçağa sanki uzaylı bir gemiymiş gibi bakan yolculara baktı.
Pearson yakınlarda duruyordu, az önce yaşadıklarına hâlâ inanamıyordu.
«Bize bakıyorlar» diye mırıldandı.
«Elbette,» diye yanıtladı McCull, alnındaki teri silerek. «Ben de bize bakıyorum ve inanamıyorum.»
— Şimdi ne olacak?
«Talimatlara göre kurtarıcıları beklememiz gerektiğini söyleyebilirim ama bana öyle geliyor ki artık tüm talimatların tamamen dışındayız.
Pearson başını salladı, elini yüzünde gezdirdi ve derin bir nefes aldı.
«Soy,» dedi. — Aklıma bir fikir geldi.
— Evet?
«Bana öyle geliyor ki kariyerimiz ya bugün bitti ya da daha yeni başladı.»
McCull bir an düşündü.
— Muhtemelen her ikisi de aynı anda.
Etrafına baktı. Etraftaki insanlar yavaş yavaş aklını başına toplamaya başlamıştı — bazıları asfaltta oturuyordu, bazıları sigara içiyordu, bazıları akrabalarını arıyordu, bazıları sanki uçağın bir daha kalkmayacağından emin olmaya çalışıyormuş gibi sadece gökyüzüne bakıyordu.
Ve sonra Ted Larson ortaya çıktı.
Yarışı düzenleyen kişi kısa boylu, tombul, bronz yüzlü bir adamdı ve sanki biri az önce jet yakıtıyla yıkamış gibi görünen bir beyzbol şapkası takıyordu. Tozla kaplıydı, elinde bir megafon vardı ve gözleri patlamak üzere olduğunu söylüyordu.
— Sen kaptan mısın? — diye havladı, McCullough’a yaklaştı.
McCull ona döndü ve gülümsemesini zar zor bastırdı.
— Ona.
Ted yaklaştı ve parmağıyla uçağı işaret etti.
— NE. BU. KAHRETSİN. BU?!
McCull kayıtsızca omuz silkti.
— Burası Boeing.
— BUNUN BİR BOEING OLDUĞUNU GÖRÜYORUM!
Ted derin bir nefes aldı, açıkça bağırmaya başlamamaya çalıştı ve boğazını temizledi.
— Kaptan… BENİM YARIŞ PİSTİMDE NE İŞİ VAR?!
McCull uçağa baktı.
— Bence buna değer.
— Ben… ben…
Ted gözlerini kapattı, başını salladı ve pilota baktı.
— BUGÜN YARIŞ OLDUĞUNU ANLIYOR MUSUNUZ?!
«Evet, fark ettik.» McCull başını salladı.
— VE SİZ HALA BURADA OTURMUYORSUNUZ?!
— Evet, evet
— STANDDAKİ ARABALARI GÖRDÜNÜZ MÜ?!
— Evet
— VE HALA OTURMUŞ MUSUNUZ?!
«Evet,» diye tekrarladı McCall sakince.
Ted ağzını açtı, sonra kapattı, sonra tekrar açtı.
— DAHİ MİSİN, ÇILGIN MISIN?!
McCull sakin bir tavırla, «Belki de ikisi birdendir,» diye yanıtladı.
09:55 — Gimli. İlk kurtarıcılar
İlk itfaiye aracı yavaş yavaş otoyola girdi, ardından ikincisi. Onları bir ambulans ve çok sayıda polis arabası takip etti.
Uzun boylu, gri, kare çeneli bir adam olan itfaiyeci Yüzbaşı Gary Norton arabasından indi, kaskını çıkardı ve uçağa baktı.
Bir dakika kadar sadece baktı.
Daha sonra telsizi çıkardı.
— Merkezi karakol, Gimli.
— Gimli, burası merkez. Neyin var?
— Boeing.
— Evet biliyoruz. Onun nesi var?
Gary tereddüt etti.
— O burada.
— «Burası» nerede?
Gary çevreye baktı
— Tam önümde
— Güvende mi?
— Ona
— Yanıyor mu?
— HAYIR
— İnsanlar hayatta mı?
— Tüm
— Gary, içki içtin mi?
Gary derin bir nefes aldı, sonra uçağa, sonra kalabalığa, sonra da pilotlara baktı ve şöyle dedi
— Şimdi belki evet
10:00 — Toronto’da. Air Canada ofisi
Operasyon Şefi Bruce Carlisle, çalışanlarından birinin telaşlı sesinin geldiği telefon ahizesine baktı.
«Bir daha söyle.» dedi yavaşça.
— Boeing 767, uçuş 143, acil iniş yaptı.
— Nerede?
«Gimli’de.»
— Burası… havaalanı mı?
— Hayır efendim.
— Peki nereye oturdu?
— Yarış pistinde.
Uzun bir duraklama oldu.
— Dalga mı geçiyorsun?
— Hayır efendim.
— Bu nasıl mümkün olabilir?
— Kimse bilmiyor.
Carlisle ayağa kalktı, pencereye doğru yürüdü, şakaklarını ovuşturdu ve tekrar masaya döndü.
— TAMAM. Bu, uçağın düşmediği anlamına geliyor.
— HAYIR
— İnsanlar yaşıyor.
— Tüm.
— Uçak sağlam.
— Pratik olarak.
— Bana bu lanet uçağın kaptanını bulun!
10:10 — Gimli. Yolcular ilk görüşmelerini yapıyor
İlk gazeteciler inişten yalnızca kırk dakika sonra Gimli’ye ulaştı. Kameralar tıkırdamaya başlamıştı, insanlar röportaj veriyordu, bazıları ağlıyordu, bazıları gülüyordu ama herkes aynı şeyi söylüyordu:
Bu bir mucizeydi.
— Öleceğimizi sanıyordum! — dedi Gwen Downey, hâlâ yaşadıklarının etkisiyle titriyordu. — Ama bu pilot… bu adam… İmkansızı başardı!
Lucas Martinez, «Bu günü asla unutmayacağım» dedi. «Hayatımda ölüme hiç bu kadar yaklaşmamıştım.»
Ön sıradan elinde bir şişe birayla oturan bir adam, «Artık uçmuyorum» dedi.
Bu sırada McCull ve Pearson bu çılgınlığı kenardan izlediler.
— Peki Don? McCull kıkırdadı.
Бесплатный фрагмент закончился.
Купите книгу, чтобы продолжить чтение.